7 Şubat 2015 Cumartesi | By: YeniAy M.

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma ile Tanzimat'ın Götürdükleri







UYARI: Kitap hakkında bilgi içerdiğini unutmayınız.

OKULLARDA ANLATILAN TANZİMAT'I UNUTUN VE GERÇEKLER İLE YÜZLEŞİN!

KÜNYE

Yazar: Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırm
Yayıncı: Beyan Kitap
Sayfa: 127
Baskı Yılı: 2012(10.baskı)

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma'nın ikinci kitabını da okudum. İlk kitabı Haçlı Seferleri 24 saatte bitmişti. Bu kitap da ilki gibi son derece yararlı tarihi bilgiler ile dolu. Tanzimat bize tarih görmeye başladığımızdan beri anlatılagelir. Her zaman olumlu, değerli ve olmaz ise olmaz gibidir... Üzerinde oturup düşünmedim bile. Siz de... Zaten düşünmek ve sorgulamak için eğitim görmediğimizden bu durum doğal. Amerikan Eğitim Sistemini ülkemize sokan İsmet İnönü'ye buradan teşekkür ederiz! Ama sırf ona yüklenmek de olmaz; sonrasında gelenlere de teşekkürler.


Bilimsel kitapların incelemeleri bir hayli zorudur; neresini yazacağım, bilemem. Ama kısaca kitabı özetlemeye çalışarak kitap hakkında bilgi vermek istiyorum. İnşallah bu kadarı bile bu kitabın ne kadar değerli olduğunu anlamanıza yeter.

Yazar, İslam ve Felsefe eleştirisi yaparak konuya girmiş. Onun eleştirisine göre felsefeyi öğrenmek ve bunu İslam ile birleştirip, sanki medeniyet atlayacağımızı, aydınlanacağımızı vb. bir şey olacağına inanılmış olması( eski dönemlerden bahsediyor) son derece yanlış bir durumdur. Zira madem Yunan felsefesi bu denli olağanüstü bir medeni-zihni aydınlanma yaşatıyordu da neden Yunanlıların işine yaramadı? Onların işine yaramayan bugün biz nasıl yarasın?

Peki, yazar neden böyle bir giriş yaptı? Yazara göre Müslümanların ilk aşağılık kompleksi hastalığına yakalanması bu eski dönemlerde Yunan Felsefesinin tercümeleri ile başlıyor. Felsefe bilen gurur ve büyüklük kompleksi; bilmeyen okumayan da aşağılık ve çekimser kompleksi... Aslında haklı, İslam'ın kendine has öğretisi ve felsefesi zaten yeterlidir, Yunan felsefesi vb. yabancı felsefeler ile İslam'ı harmanlayıp İslam'ı anlatma çabası nedir? O dönemler Yunan felsefesine önem verilmesinin amaçlarından biri İslam'ı müdafaa da kullanılma çabasıydı. Oysa hiçbir işe yaramamış, nitekim Yunanistan ve batı da orta çağdan kurtulamamıştır bu Yunan Felsefesi ile. Peygamber ve dört büyük halife İslam müdafaası ve tebliği için hiç de gerek duymamış ve başarılı da olmuştur. Yani kısacası düşüncesini böyle özetleyebilirim. :)

Sonra asıl konuya geçiyor ve Müslümanların yüzlerce yıl sonra ikinci aşağılık kompleksine giriş yapıyoruz. Batı karşısında kendi kültürünü aşağılık görüp alaturka olarak niteleyen ve batıyı üstün kabul edip kendini alafranga olarak tabir eden adamların bir dünyası.... Batı hayranlığı kişileri batının da kölesi haline getirmiş; onlar gibi düşünüp, hissetmeye başlamış, yani kısacası ONLARDAN olmuştur. Oysa Allah ve peygamberi bu konuda açık uyarılar dillendirmiştir;

"Ey iman edenler, Yahudileri de, Hristiyanları da kendinize dost edinmeyin! Onlar ancak birbirinin dostlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinirse o da onlardandır. Şüphesiz Allah o zalimler güruhuna muvaffakiyet vermez." Maide 13

"Kim bir kavme benzemek isterse, o ondandır!" Hz. Muhammed


Tanzimat, 1839 yılında İngiliz hayranı ve destekçisi olan Mustafa Reşit Paşa'nın (sabık padişahın ölüm fermanı vermiş ve hastalığını bahane ederek Londra'dan dönmemiş. Padişahın ölümü ile hemen geri dönmüş ve ipleri ele alarak küçük padişah Abdülmecid'i eline almıştır.) çabalarıyla ilan edilmiştir. Tanzimat'ın ilanı Müslümanlara ne kazandırmıştır? Hiçbir şey! Bunu paşanın kendisi ve çevresinden de söyleyenler olacaktır.

Peki, Tanzimat neden batının desteği ile ilan edilmişti? Aslında kendisinden istenileni vermiştir ama Müslümanlara değil, gayrimüslim tebaaya. Tanzimat ile birlikte Müslüman tebaa ile aynı haklara sahip olan gayrimüslimler (aslında neredeyse sınırsız haklara sahip olmuşlardır) kimi noktada onlardan daha fazla hakka sahiptir bile denebilir; askere gitme zorunlulukları olmaması ve bu sayede askere çağrılan Müslüman tebaanın yarattığı ekonomik boşluğu bunların doldurup zenginleşmesi ve devlete, okullara sızarak her yerde mesken edinip ülkeyi yıkıma götürecek akımların başlangıcını yapmaları; meclisin en az 3'te 2'inin bunlarla dolması ve padişahı yani İslam halifesini tahttan indirecek oylamayı bunların yapması, 'eşit hak' teriminin göründüğü gibi masum bir şekilde tecelli etmediğinin göstergesidir. Ayrıca bu fermanın önlerini açması ile Osmanlı topraklarında gayrimüslimler güç kazanıp isyanlar ederek toprakları kaybetmemiz de var. Zira ilginçtir ki fermandan sonraki zamanlarda mezhepsel ortaklık yüzünden azınlıklar, kendilerini artık Osmanlı olarak değil; Rus, İngiliz, Fransız diye tanımlamaya başlayacaktır.

Jön Türkler gibi akımların gayrimüslimlerce yaratılıp, özel çalışmalar ve okullarda gizli organizelerle büyütüp yaydığını söylesem? Bunu da Cemil Topuz gibi bir jön Türk'ün anılarından öğrenmek bakış açısı kazanmamıza yardım ediyor. "Cemiyetimizin merkezi o sıralar Beyoğlu'unda küçük bir apartmandaydı. Devam eden azanın ekseri ecnebi (neredeyse hepsi gayrimüslim) ve "lövanten" hekimler ve reisimiz de SERTABİB-İ ŞEHRİYARİ MAVROYANİ PAŞA idi. Benden başka Türk, Müslüman olarak hiçbir aza yoktu."

Ünlü MARKO PAŞA da bunlardan biridir.

Bunun etkilerinden biri de azınlıkların çoğunluk olduğu bölgelere(batıya) destekler yağdırılıp imarlar yapılırken Anadolu bunlardan mağrum bırakılıyordu. Tanzimat tutmayınca, yani paşaların aydınların(!) istediği gibi bir şahlanma olmayınca suçu batıyı tam olarak özümseyememek, taklit edememekte buldular. Öyle ki Hilmi Ziya Ülgen bu lafı edecek kadar alaturka karşıtı alafrangadır;"... Tekniği Batıdan alalım, fakat ahlakımızıda, hukukumuzda şarklı(yani Müslüman) kalalım diyemeyiz..." Maalesef bu zihniyet yeni ülkemizin temellerinde de etkindi, bugün de etkin. Kendini alfabesiyle, kıyafetiyle ve kültürüyle Batı karşısında aşağı, görgüsüz gören bir zihniyet bugün istediği her şeyi yaptı da ne oldu? Arzu ettikleri gibi mi oldu? Hayır, 100 yıl daha uyuduk, sömürüldük, bağımlı-manda altında yaşadık!

Peyami Safa:
"İki asra yakın bir tarih içinde, Avrupa medeniyetinin eşiğindeyiz. Anahtar arıyoruz. "Gülhane Hattı(tanzimat)" kapıyı açamadı. Meşruiyet anahtarı da açamadı. Cumhuriyet, şapka, Latin harfi, İsviçre medeni Kanunu vs. Avrupa rejim, muaşeret ve mevzuatının aynen kabulü de kafi gelmedi."

"Daima bir şey eksik, ki o şey anahtarın ta kendisidir."

"Nedir o şey?"

"O şey veya şeyler?"

"Neyimiz eksik ki Almanya'nın 10 yılda yaptığını biz yüzlerce sene içinde başaramamışızdır güzel inkilaplarımıza rağmen; mevzuat, teşkilat, idare sistemi ve çalışma metodu olarak hala çöküntü devrindeki Osmanlının devamı halinde kalmışızdır. Hala 1913'de kabul edilen muvakkat ilk Tedrisat Kanunu yürürlüktedir; hala o köhne mülki teşkilatımız devam etmektedir; hala atlatıcı idarecilik ve hala bizi gırtlağımıza kadar boğan kırstasiyecilik! Hala yeni mevzuat, yeni teşkilat, yeni idare sistemi ve yeni çalışma metotlarıyla modern Türk Devleti kuramamıştır."

"Çünkü biz, ortaçağ nominaliziminden kalma bir alışkanlıkla kelimelere çok fazla inanıyoruz..... BATIDAN hep kelime İTHAL ediyoruz; laiklik, sekülerizm...vb. Bu mevhumların dealet ettikleri gerçekleri daha evvel ithal ettikten sonra isimlendirmek lazım geldiğini düşünmüyoruz. Avrupa medeniyetinin kapısını açmak için bulduğumuz sihirli anahtar; kelime'dir."


Dün alafranga, bugün Beyaz Türk olarak tabir ettiğimiz aşağılık kompleksi olan, batı sevdalılarının 73'lere geldiğimizdeki durumu aynen şudur: "BİLGİ-GÖRGÜ ARTTIRMA KANUNU" vardır ve Devlet memurlarından seçilen bazıları Avrupa'ya gönderilip, görgü öğrenecek, geldiğinde de çevresine bunu aktaracaktır.

Yazar bunlardan biriyle Fransa da karşılamıştır; peçetesini katlamayı alaturka bulmuş, buruşturup cebine atmayı batıcılık ve gördü kabul etmiş; su ile yıkanmak yerine tuvalet kağıdını kullanmayı daha medenice bulmuş; garip yemekleri istemeye istemeye ama sırf batılı olmak görgü öğrenmek için kusmasına rağmen yemiştir! Hatta domuzu bile!

GENEL YORUM: Bu emice de kendini sosyalist, devrimci gibi komik bir şekilde görüyormuş, şaka gibi. Ama şaşmayın, bugün bile sözde solcularımız ipini kopardı mı Londra, Paris, Danimarka gibi ülkelere gider, kaçar(ALABORA GİBİ); Moskova, Kuzey Kore ya da Küba-Çin'e değil. Sizce neden? Batı her daim bizim solcuları kendine bağlayıp kullanmıştır. Bu yüzden sözde sanatçılar Londra'ya gider görüşme yapar çıkışta "İstanbul'u ele geçirdik diye açıklama yapar" veya ülkeden kaçtı mı Londra'da bulur kendini.

Nazım Hikmet gibi gerçek solcuyu zor bulursunuz siz! Kendisi Moskova ya gitmiştir, hatırlatırım. ;)


Kitap tarihi gerçekleri öğrenmek açısından çok değerli. Sakın ola ki geçmişte olmuş deyip kafanızda değersizleştirmeyin, zira o gün olanların aynısı dün olmaya devam etti, bugün oluyor ve yarın olmaya devam edecek. Her daim bunların sevdalıları, maşaları olacak... Okudukça günümüzdeki bazı şeylerle bağlantı kurmadan edemedim. Tarih kitaplarımızı böyle hocalara hazırlatsalar daha bilinçli olurduk. Zira kitaplarda sadece övme var, başka bir şey yok. Böyle olunca sürekli tekerrür ediyor! Zaten yalan-yanlış olması da cabası.

Yalnız bir olumsuz durum var. Bazı Osmanlıca kelimelerle yazılmış metinlerin hepsi günümüz Türkçesi ile yazılmamış. Bu rahatsız edici.

Kitap Okuma Önerisi:  Tarihin gerçekleri ile yüzleşmek isteyenlere.

Puan: 10/9


Kitap Fiyatı: 9